ERKAN ÖZAYDIN

MERSİN’DE LİMON KÜLTÜRÜ

 

Eski Roma’da limon ayrıcalıklı olmanın ve zenginliğin sembolü idi. Günümüzde Akdeniz’de ve Amerika Birleşik Devletleri’nde çok yaygın olmasına karşı kökeni Güneydoğu Asya’dır.[1] Israel, Tel Aviv Arkeoloji Enstitüsü Arkeobotanisti Dr. Dafna Langgut tarafından yürütülen yeni bir çalışmada narenciyenin uzun göç yolunu izlemiştir. Çalışmasında en eski bulguları 2500 yıl önce Perslerin bir eyaleti olan Kudüs’teki imparatorluk bahçelerinde bulmuştur. Antik bilgileri, sanatı, kalıntıları, çekirdek ve sikkeleri, fosil polen taneciklerinin botanik kalıntıları kadar, kömürleşmiş, çekirdekler ve diğer meyve kalıntılarının göç şekillerine uzanan yolu incelemiştir.

Langgut, Akdeniz’e ilk ulaşan narenciye Citron (ağaç kavunu) dur, batıya doğru yol izleyen, İran’dan  başlayıp Ortadoğu’dan Akdeniz Bölgesi’ne MÖ 4. veya 5. yüzyılda ilk varan narenciye olduğunu bildirmiştir. Bunu 4. yüzyılın sonlarında limonun takip ettiğini, en eski limon kalıntılarının Roman Forum’da bulunduğunu belirtmiştir. Bunun anlamını ise Akdeniz Havzası’nda bin yıldan fazla süreyle ağaçkavunu ve limonun,  bilinen narenciye olduklarının altını çizmiştir.

Araştırmaya göre, Akdenize ilk ulaşan citron olduğundan tüm bu meyve grubu (citrus meyveleri) narenciye isim verilmiş, Her iki öncü meyve (ağaç kavunu ve limon) inanılmaz şekilde nadir olduklarından antik dönemin seçkinleri tarafından imrenilmişler, sağlıklarına iyi geldikleriyle ve hoş kokularıyla övünmüşlerdir.

Langgut’ın araştırmasına göre, ağaç kavunu ve limon Akdeniz’e elitlerin tüketeceği meyve  olarak gelseler de diğer tüm narenciye meyveleri muhtemelen ekonomik nedenlerle yayıldıklarını belirtmiştir. Diğer narenciyeler sonra gelmişler, örneğin ekşi portakal, lim (lime) ve pummelo Akdeniz Bölgesi’ne  İslamiyetin yayılışıyla, MS  10. yüzyıldan sonra tanıtılmış, tatlı portakal ve mandalina sırasıyla 1400 ve 1800’lü yıllardan sonra kârlı yeni ticaret rotalarının etkisiyle öğrenilmiştir. Limon ve ağaçkavunu Roma’da yüzyıllarca suyu sıkılan narenciyeler olarak kalmıştır.

Limon, baharın gelişiyle birlikte, nisan ayında çiçek açar ve narenciye bahçeleriyle çevrili şehir limon çiçeği kokar.  Turunç, portakal, mandalina ve diğer narenciye çeşitlerinin karışık olduğu bahçelerde limon çiçeği kokusunun baskın olduğu kanısındayım. 2021 yılında, Davultepe’de yaşadığım için limon yoğun çiçeği kokusunun tanığıyım.  Davultepe, sahile çok yakın bir yerleşim yeri.  Anayoldan Toroslara kadar bahçelerle çevrili. Nisan ayında serin hava, evlerin içini limon çiçeği kokusu belirgin biçimde doldurur. Günümüzde ortadan kaldırılması,  modern şehir yapılarının  bahçeleri ele geçirme tehdidi gündeme geliyor. Mersin’in karakterini veren bu kokunun yaşaması için bahçelerin korunması gereklidir.

Ağaçlar çiçek açmadan önce yapılması gereken iki önemli aşama vardır; limonun  (meyvenin) kesilmesi ve budama. Makasçılar limonu özenle keserken meyvenin kabuğunu zedelemeyen, ağaca zarar vermemeyi bilen ustalardır. Kesilen limon, içi yumuşak astarla, meyveye zarar vermeyecek biçimde giydirilmiş küfelere toplanır. Hamal, dolan küfeyi bahçenin uygun köşesinde, hasır ve yumuşak örtüler üzerine oturup bekleyen bir grup işçi kadının önüne döker. Kadınlar gelen limonları, yeşil olanlar, hemen pazara gidecekler, fabrikaya işlenmek üzere gönderilecekler, yataklanacaklar diye boylarına ayırırlar. Boylama denilen bu işlemde kadın, eline aldığı limonun boyunu ayıracak deneyimdedir.  Dünyanın diğer güzel işlerinde olduğu gibi, yatak limon da kadın elinin, el emeğinin ürünüdür. Standart ölçülerdeki kavak sandığın, hangi boydan kaç limon aldığı bilinir. Kadınlar, seri bir hareketle yataklanacak limonu  özel bir kâğıda sararak özenle sandıklara yerleştirir. Sandıklar bir kamyonu doldurduğunda, Ürgüp’teki, doğal mağaralara gönderilir. Günümüzde, Mersin’deki soğukhava depolarında da saklanmaktadır. Kanımca, asıl Ürgüp’te, toprak depolarda saklanan limonda çok özel bir aroma oluşuyor.

Yatak Limon

‘Lamas’ diye tanınan, adını antik Lamos Çayı vadisinden alan Lamas Limon,  yataklanmaya elverişli olan limon türüdür. Dolu ağırlığı yaklaşık 21 kg olan kavak sandıklarda, boylarına göre 150, 180, 210 en çok da 250 adet limon hazırlanır. Sayıdan yola çıkarak sandıklar, 150’lik, 180’lik diye adlandırılır. Üzerlerinde tüccarın markası, limonun cinsi ve adedi yazılıdır. Yatak limonlar, birbirlerine değmemesi, biri çürürse diğerlerini çürütmemesi için özel ilaçlı kâğıtlara tek tek elle sarılmıştır.

Bir sandık limonun Mersin’de Salih Yaşa[2] tarafından toprağa gömülerek denendiği anlatılmaktadır. Yaşa Ailesi yıllarca limon ticareti ile uğraşmıştır.  Memduh Yaşa, Ahmet Yaşa, Serdal Yaşa ve Hikmet Yaşa, hem bahçe sahibi olarak, hem de 80’li yıllarda, iki ayrı paketleme fabrikası ile bu ticari faaliyette yer almışlardır. Salih Yaşa’nın, Siirt’ten Mersin’e, amcasının yanına geldiğinde henüz limonla bir ilgisi yokmuş. İlerleyen dönemde başlıca işi haline gelmiş. Ailenin anlatımına göre, Salih Yaşa, limon satmaya Yunanistan’a gittiğinde ‘Zito’ tezahüratıyla karşılanırmış.  ‘Yaşa’ anlamına gelen bu lakabı soyadı kanunu çıktığında soyadı olarak almış.

Yaşa ailesinin, İstanbul, İzmir ve Ankara’daki yaş sebze meyve hallerindeki bağlantı kurduğu kabzımallar, bu ticari zincirin önemli halkalarıdır. Şehirlerdeki pazarlarda halka limon satan esnaf ise hale gelerek bu kabzımallardan limonu satın alırlar. Her sebze halinde, limon ticaretiyle uğraşan kabzımallar, dükkânlar bellidir. Bu dükkânların, limon ticaretinde eksperleri  (uzmanları) vardır.  Kabzımal, Mersin’deki tüccarı telefonla arayarak limon siparişi verir. Tüccar, deposundan yüklettiği limonu o şehre, o haldeki kabzımala gönderir. Tüccar zaman zaman, kabzımaldan parasını tahsil ederek çalışanlarına, bahçe sahiplerine, sandıkçılara, hamallara ödemelerini yapar.

Çavuş

Urfa’dan ya da diğer Güneydoğu ilerinden gelen işçileri temin eden, limonun sahibiyle birlikte işleri yürüten deneyimli  kişidir. Çavuş,  konunun uzmanıdır.  İşçileri, onların ailelerini, yaşam biçimlerini, dillerini, öte yandan limon tüccarının endişelerini, beklentilerini de bilir. Limon üretiminde organizasyonun önemli bir halkasıdır.

Tanığı olduğum, ileride Yaşa Ailesi’ni anlatırken işçileri yöneten bir tür uzman olan çavuş, limonu satın alınacak bahçeye gönderilir, değerlendirmesi alınırdı. Çavuş, sahibi tarafından bahçenin özenle bakılıp bakılmadığını, budamanın,   gübrelemenin, sulamanın, ilaçlamanın, son hasatta kesimin düzgün yapılıp yapılmadığını bilirdi. Yıl içindeki yağış, dolu, don, kuraklık benzeri meteorolojik olayları izler, ürüne etkisini değerlendirirdi. Bahçedeki tahmini limon miktarını, ıskartanın ne kadar, yatak limonun ne kadar çıkacağını küçük bir yanılmayla hesap ederdi. Tüccar, bu uzmanın değerlendirmesine göre bahçeyi alıp almayacağına, ödeyeceği meblağa karar verirdi.

 

Ürgüp’te Yeraltı Depoları

Yörede insanların kazarak hazırladıkları, tonlarca limonun depolanabileceği toprak depolar bulunmaktadır. Önceleri kışın ılık olan bu depolarda patates donmaktan korumak amacıyla depolanıyormuş. Yazın üşütecek kadar serin ve değişmeyen bir neme sahip bu depolarda limon saklanmaya başlamış.

Lamas cinsi limonlar, kış sonunda kesimin  ardından  boylarına göre sandıklanır ve Ürgüp’e gönderilir. Bu iş için limoncu önce uygun bir depo ve depoya yakın köyde işçilerin kalabileceği ev kiralar. ‘Limoncu’ bahçenin sahibi veya limonu bahçeden satın alan tüccardır. Yatak limon kışı depoda geçirir, kabuğu incelir ve sulanır. Sandıkların ağırlığı, depodan çıkarken belirgin biçimde artmıştır. Tadı ve kokusu, keskin ve ham ekşilikten daha hoş bir tada ve kokuya dönüşür. Sarı rengi de daha matlaşmıştır.

[1] https://www.history.com/news/how-citrus-fruits-became-an-ancient-status-symbol

[2] Yaşa Ailesi’nin sözlü anlatımı.

 

 

Mersin’de Narenciye Tarihçesi

Narenciyeci işi Mersinin geçmişinde, bazı Rum ve Ermenilerin teşebbüslerine dayanır.
Narenciye bilinmezken Mersin de meyvecilik olarak ; Dut, Nasr, Kayısı, Yeni Dünya, Erik gibi meyvelerden söz edilebilir.  İlk Narenciye Bahçesi, Mersin’in eski Rum zenginlerinde Mavromati tarafından kurulmuş. Hristiyan Köyü olarak bilinen Osmaniye Mahallesindeki 53. dönümlük Bahçesinde , Rodos ve Sakız Adalarından getirttiği mandalina cinsine 30.dönüm yer ayırarak ilk narenciye bahçesini tesis etmiştir.  Yine Rum zenginlerinden Kör Andon lakaplı, Andon Lakerdapulos 300 dönümlük arazisinde 30. dönümü narenciyeye ayırarak 200 ağaç turunç ve portakal  dikmiştir.

Şehir Mezarlığının güneyinde Hanna Budros’un kurduğu bahçe bunları takip etmiştir. Bu portakal yerli cinstir. Yerli cinsi (ince kabuklu, çok çekirdekli, sulu, az tatlı bir cins portakaldır.)
Bu bahçeyi Mersinin ileri gelenlerinden Abdullah Merzuk satın alınca portakalın cinsini değiştirdi.
Filistin den ‘Yafa’ cinsi aşı getirterek, portakalı yafa cinsine çevirdi. Halk arasında buna Şammuti de deniliyordu. Şammuti adı bu münasebetle bir ara bu bölgede bir semte de verilmişti. Mavromati’lere ait Osmaniye Mahallesindeki narenciye bahçesi Cumhuriyet ‘den den sonra Milli Emlake, oradan da Veli Haşim’e, İsmail Safa ve Dişçi Rasim’e geçmiştir.
Atatürk, 20.11.1925 tarihinde Mersini ziyaretlerin de Mersin Ziraat Odası tarafından onuruna bir öğle ziyafeti tertip edilmişti. Yemekten sonra bahçeye inilmiş ve Atatürk ağaç dan eli ile Mandalina ve portakal kopararak yemiş ve “İlk defa elimle portakal ve mandalina kopararak yiyorum” demiş, Mersin çiftçilerine hitaben; “görüyorsunuz ki bu muhitin toprakları çok verimli, portakalcılığımızın inkişafı ve yurdumuzun kıymetli mahsulleri arasında mevki alması gerekli” olduğunu belirtmiştir.
İlk yıllarda ağaçlar iki metre ara ile dikilirken verim düşüktü. Zamanla doğrusu yapıldı. Mersin de bu arada narenciye gelişirken Dörtyol da hayli ileri derecede gelişmişti. Bu da Dörtyolu terk eden Rumlardan kalan bahçelerden ileri gelmekte idi. Nitekim sonraları Dörtyol Portakalı önemini tamamen kaybetmiştir.
1935 yılında Karayollarının doğusunda Portakal Örnek Bahçesi adı ile bölge Narenciyeciliğinin gelişimi gayesiyle bir tesis kuruldu. Burada fidan yetiştirilip, isteyenlere verilmekteydi. Zamanla bu bahçeye gerekli ilaç bakımı yapılmayınca, civar bahçelere hastalık sirayet etti Şikayetlere müdürlük aldırmıyordu. Bu tesise ihtiyaç da kalmamıştı. Aşağıda belirteceğim gibi Mersin’de narenciye bahçe sahiplerinin her türlü imkanları vardı. İtalya, İspanya hatta Amerika’daki gelişmeleri takip edebiliyorlardı. Aksine bahçeye gerekli hastalık ilaçları verilmediği için, komşu bahçelere zarar veriyordu. Bir kısım civar bahçe sahiplerinin verdikleri vekaletle ben mahkemeye baş vurarak, tedbir mahiyetinde bahçe faaliyetine son verdirtmiştim. Aynı şekilde belediye tarafından yollara dikilen turunç ağaçlarından da aynı hastalık zararlıları gelmekteydi. Şikayet sonucu bu ağaçlar da kaldırıldı.

Mersin’de Narenciyenin Gelişimi ve Bir Kısım Mersinli Üreticiler

Narenciye yurtiçinde ve yurtdışında iyi para ediyordu. İmkanı olan herkes bahçe yapmak istiyordu. Bahçeler çoğaldı. Mersin Devlet Hastanesinin hemen çıkışında 10’ar dönümlük yeni bahçeler açıldı. Karayollarının arkasında Ziya Ok (fabrikatör), Etem Akmel (Elektrik Şirketinde Muhasebe Müd.), Kör Celal (Tapu Takipçisi), Ağır Ceza emekli Başkanı. 1930’lu yılların sonunda narenciye bahçeleri yaptılar ve geliştirdiler. Mersine ilk Beyrut’tan göç eden ailelerinden olan, Nader (Nadir)’lere ait olan ve batıya sarkarak devam eden arsalar üzerinde 1930’lu yıllarda modern bahçeler tesis edilmiştir.

Bu yıllarda nisan ayı başlangıcından en az 15 gün sonraya kadar bütün Mersin mis gibi kokardı. Bir zamanlar Tarsuslu Dr.Mahir Kürklü, narenciye çiçeğinden koku üretmek üzere tesis kurmak için ilgililere başvurmuş, cevaben, “Tekel programında bulunuyor” denilerek izin verilmediğini kendisinden dinlemiştim. Böyle bir tesis o gün-bu gün gerçekleşmedi. Bir arkadaşım narenciye çiçeğinden reçel yapmıştı.  Şeker fiyatına zorlukla satıp masrafını kurtarmıştı. Nedense bu güzelim çiçek bildiğimiz kadarı ile hâlâ yerini bulamamıştır.  Narenciye 1944 yılına kadar Borsa’da işlem görmezdi. Satış tane hesabıyla idi, sonra kilo’ya dönüştü. Mersin de narenciye üretiminde zamanın en modern sistemde bahçe tesis eden ve narenciye üretimi yapan bazı bahçe sahiplerinden bir kısmını hatırımızda kalanları ile şöyle sıralayabiliriz;
Mahmut Cuma(Tüccar), Beşir Sıdalı (Tüccar), Ahmet Işıkara (Tüccar), Fazıl Tütüner (Fabrikatör), Veysel Arıkol (Tüccar), Şevket Pozcu ( Müteahhit), Ömer Kutay (Fabrikatör), Mahmut Hayfavi (Tüccar), Merzeciler ( Tüccar), Enver Ali Germen (Serbest), Hamdi Ongun ( Milletvekili), Fikri Mutlu (Milletvekili), Mitat Toroğlu (Belediye Reisi), Abdullah Ersoy (Doktor), Mahmut Develi (Doktor), Kamil Tarhan (Doktor), Bahir Taylan (Diş Hekimi), A.Tekerek (Avukat), Faik Saracoğlu (Avukat), Bekir Balkuv (Selanik Bank.Müd.), Abdülkadir Perşembe (Fabrikatör), Hasan Akel (Tüccar), Abdülkadir Seydavi (Tüccar), Şükrü Şıhman (Tüccar) ve benzeri hatırlayamadığımız bir çok Mersinliler. (Kaynak : F.Mutlu:’İçel’… Ş.Develi: ‘Eski Mersin’de Yaşam’-‘Mersin de Narenciyenin Tarihi  ve Dünün Bir Kısım Bahçe Sahipleri’)

Leave Reply